Haberler

Emniyetin Kamera Yasağına Karşı İnsan Hakları Aktivisti Müvekkilimiz Adına Danıştayda Dava Açtık

60924258ed96c 1
Emniyetin Kamera Yasağına Karşı İnsan Hakları Aktivisti Müvekkilimiz Adına Danıştayda Dava Açtık

Son günlerde sıkça tartışılan Emniyet Genel Müdürlüğü”nün ses ve görüntü kaydı yasağına ilişkin 27/04/2021 tarih ve 2021/19 sayılı genelgesinin iptali istemiyle “insan hakları aktivisti” olan müvekkilimiz adına Danıştay’a dava dilekçemizi sunduk. Söz konusu genelge temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan başta Anayasamıza ve sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası metinlere aykırı olup, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini sınırlandırmaya yönelik nitelikler taşımaktadır. Ayrıca Danıştay”a sunduğumuz dava dilekçesinde konuyu KVKK ve kişisel verilerin korunması yönüyle de ele alıp inceledik. İdare hukuku ve idari yargının katı kuralları ve kendine özgü sistematiği içinde değerlendirerek iptal gerekçelerini oluşturduğumuz dava dilekçesine aşağıdan ulaşabilirsiniz…

—————————————————————————————————————–

DANIŞTAY İLGİLİ DAİRE BAŞKANLIĞINA

Yürütmenin durdurulması taleplidir.

DAVACI: Enes CÖMERT

VEKİLİ: Av. Hakan MERT

DAVALI: İÇİŞLERİ BAKANLIĞI – ANKARA( Emniyet Genel Müdürlüğü)

İLAN TARİHİ: 27/04/2021

DAVANIN KONUSU: Davalı  idarece  tesis  edilen  27/04/2021 tarih ve 3895 sayılı (EGM GENELGE NO: 2021/19) işlemin öncelikle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemidir.

HUKUKİ DAYANAK VE DELİLLER :

Davalı idarece tesis edilerek tüm emniyet birimlerine gönderilip ülke çapında uygulamaya alınan dava konusu işlem; emniyet personelinin görevini ifa ederken ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin veya durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartlar oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği hususlarında tüm emniyet personelinin bilgilendirilmesi içerikli genel, icrai, kesin ve yürütülebilir nitelikte düzenleyici bir idari işlemdir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenlerin iptal davası açabilecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu durumda idare hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için gerçek ya da tüzel kişiler ile dava konusu edilen işlem arasında makul ve ciddi bir ilişkinin diğer bir deyişle menfaat bağının varlığı yeterli bulunmaktadır. Kural olarak düzenleyici işlemlere karşı bunların kapsamında bulunanların ya da düzenleyici işlem kendilerine uygulanacak olanların iptal davası açabilecekleri artık müstakar hale gelmiş yerleşik içtihattır. Dolayısıyla bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Müvekkilim de söz konusu idari işlemin muhatabıdır ve hayatın olağan akışı içinde her zaman söz konusu idari işleme maruz kalma potansiyeline sahiptir. Gerek trafikte gerek hasbelkader kolluk birimlerinin icra ettiği ev, araç araması, kimlik sorgusu gibi durumlarda veya toplumsal bir takım olaylarda veyahut da hiç bunların olmadığı bir zamanda rastgele görüntü veya selfie çekerken orada bulunan bir emniyet görevlisinin denk gelmesi gibi sıradan hallerde Müvekkilim, dava konusu işlem dayanak gösterilerek emniyet görevlilerince engellemeye maruz kalabilecek ve gerekirse hakkında adli işlem uygulanabilecektir.

İdari işlemlerin iptale konu edilebilecek unsurlarından birisi şekil unsurudur. Bu unsur idari işlemin tesisi için izlenmesi gerekli yöntemi ve idârî işlemin hukuk düzeninde aldığı biçimi, edindiği maddi varlığı ifade eder. Dava konusu işlem yönünden bakıldığında bu işlem ülke çapında uygulanacak, genel mahiyette etkili, icrai, yürütülebilir genelge şeklindeki düzenleyici bir işlemdir. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin “Mahremiyet Hakkı” başlıklı 17. maddesinde “Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemeyeceği; onuru veya itibarının hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamayacağı, herkesin bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahip olduğu” belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin birinci fıkrası uyarınca “Herkes, görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber ve fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir.” Anayasanın Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” başlıklı 26. maddesinde de; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. BU HÜRRİYET RESMÎ MAKAMLARIN MÜDAHALESİ OLMAKSIZIN HABER VEYA FİKİR ALMAK YA DA VERMEK SERBESTLİĞİNİ DE KAPSAR. Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

Yine Anayasanın 28. maddesinde “Basın hürdür, sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27″nci maddeleri hükümleri uygulanır.” denilmiştir. Buna göre ifade özgürlüğünün, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu çerçevede, ifade özgürlüğü, bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmektedir. Anayasanın 13. maddesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Dava konusu işlemin içeriğine bakıldığında herhangi bir yetki kanununa atıf yapılmamakta ve işlemin dayanak mevzuatının ne olduğu belirtilmemektedir.

Dolayısıyla özü itibarıyla haber alma ve verme bağlamında görüş açıklama hürriyetini sınırlamayı içeren dava konusu düzenlemenin ya kanunla yapılması gerekir ya da kanunun açıkça verdiği yetki çerçevesinde tesis edilmesi gerekir. Ancak genelge mahiyetindeki dava konusu işlem idari bir işlem olarak kanun gücüne sahip olmadığı gibi kanunun açıkça verdiği bir yetki çerçevesinde de düzenlenmemiştir. Dava konusu işlemde hükmüne yer verilen 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 13. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi yetki kanunu şeklinde düzenlenmediği gibi içerik olarak da polisin aldığı birtakım tedbirlere direnenlere veya polisin görevini yapmasını engelleyenlere ilişkin yaptırımları ele alması yönüyle dava konusu işleme dayanak teşkil etmemektedir. Nitekim işlem içeriğine bakıldığında da vatandaşın direnmesi, engel olması gibi sebeplerden ziyade polisin özel hayatının gizliliğinin ihlali ve kişisel verilerinin korunması gayesinin güdüldüğü ifade edilmektedir. Bu nedenle öncelikle işlem şekil yönünden hukuka aykırıdır ve iptal edilmesi gerekir.

İdari işlemlerin iptale konu edilebilecek unsurlarından sebep unsuru ise, idari işlem tesis edilmeden önce var olan, idareyi o işlemi yapmaya iten ve objektif hukuk kurallarınca benimsenmiş maddi veya hukuki olgulardır. Yine konu unsuru da idari işlemin doğurduğu hukuki sonucu ifade eder ve geniş kapsamlıdır. İşlemin hukuk aleminde meydana getireceği değişiklikle alakalı olan konu unsuru, işlemin esası (içeriği) bağlamındaki hukukilik denetiminin yapıldığı alandır. Dava konusu işlemin tesisine sebep olarak gösterilen iki husus vardır. Birincisi, ses ve görüntü kaydı alınması yoluyla emniyet personelinin veya vatandaşların özel hayatının gizliliğinin ve kişisel verilerinin ihlal edilmesi sebebidir. İkincisi ise bu ihlallerin, bazen emniyet personelinin görevini yapmasını engelleyecek boyuta gelmesidir. İşlemin konusu ise; emniyet personelinin görevini ifa ederken ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin veya durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartlar oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği yönündeki hukuk alemine eklemlenen icrai ve tek yanlı irade (talimat) beyanıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi, Anayasanın ise 20. maddesi ile koruma altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının, özellikle kişilerin iş yerinde ve çalışma ortamında yani kamusal bir alanda bulunsa dahi, özel hayatın profesyonel aktiviteler ve dış dünya ile ilişkileri de içeren ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) “sosyal özel hayat” olarak adlandırdığı bir alanı da kapsadığı ve bu alanın da korunması gerektiği açıktır. Diğer bir deyişle kamu görevi yürütenlerin de kendi çalışma odaları gibi son derece dar çerçevedeki özel sosyal alanlarının da “sosyal özel hayat” bağlamında korunması gerekmektedir. Ancak bu alandan kasıt asla kamusal binaların ortak alanları, koridorları, bahçesi veya daha geniş anlamda sokaklar, caddeler, parklar, camiler, otobüsler vb. değildir. AİHM sosyal özel hayat içtihadını benimserken bu görüşüne dahi istisna getirmekte ve son çare olarak sosyal özel alanın dahi denetlenebileceğini belirtmektedir.

Örneğin Lopez Ribalba ve Ötekiler v. İspanya (Başvuru No. 1874/13)  kararında iş verenin başka yollarla korunabilecek haklarını kamera sistemi yoluyla korumasının son çare olduğu, bu durumda bile kamera sistemleri ile ilgili olarak bildirimde bulunması ve usulleri belirlemesi gerektiği vurgulanmıştır. Antovic ve Mirkovic v. Sırbistan ve Karadağ (Başvuru No. 70838/13) kararında ise AİHM, kişilerin güvenliği veya hakları başka yollarla korunamıyorsa ancak son çare olarak kamera sistemlerinin kişilerin çalışma alanlarını görecek şekilde kurulmasının kabul edilebilir olacağı tespitlerine yer vermiştir. Dolayısıyla AİHM, hakların korunması başka şekilde sağlanamıyorsa son çare olarak kamera sistemlerinin çalışanların çalışma alanlarını dahi görecek şekilde kurulmasının mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kararlarda şuna dikkat etmek gerekir ki AİHM”in son çare olarak, ölçülülük ilkesi de göz önünde bulundurulmak suretiyle kamera ile görüntülebilmesine imkan tanıdığı alan, kamusal alanın ortak alanları olmayıp,  çalışanların “özel odaları”dır. Diğer bir deyişle AİHM çalışanların “özel odalarının” dahi gerekli görülmesi halinde kayda alınabileceğini hükme almıştır.

Öte yandan, dava konusu işlem içeriğine benzer “kanuni” bir düzenleme de idari yargının beşiği olarak nitelendirilen Fransa”da gündeme gelmiştir. Fransa’da tartışmaların odağındaki “Küresel Güvenlik” yasa tasarısının uzun süre şiddetle protesto edilen ve nihayetinde hükumet tarafından geri çekilen 24. maddesi “Polis veya jandarmalara fiziki veya psikolojik zarar verme amacı veya niyeti taşıyan video veya fotoğrafları yayınlayanlara bir yıl hapis ve 45 bin euro para cezası” öngörüyordu. Bu kadar yoğun protesto edilip karşı çıkılan bu tasarı dahi video veya fotoğraf çekimini yasaklamak yerine yayımlanmasını hedef almakta idi ve bu eylemleri yapanların yapılacak “yargılama neticesinde” cezalandırılabileceğini hedeflemekte idi. Söz konusu yasa tasarısına göre görselin, kimliği açıkça belirlenebilir bir polise karşı kasıtlı olarak zarar verme niyetinde olması gerekiyordu. Buna rağmen, madde metni; yoruma açık hususlar taşıdığı ve belirgin olmadığı, haber alma ve bilgi özgürlüğü konusunda önemli riskler oluşturabileceği, sansüre neden olabilecek içeriklere sahip olduğu gerekçeleriyle eleştirilmiş ve geri çekilmiştir.

Diğer taraftan temel hak ve özgürlükleri sınırlandırmanın, “demokratik toplum düzeninin gereklerinden olması” ve “ölçülülük ilkesine uygun olması”nın ne anlama geldiğinin de ortaya konulması gerekmektedir. Demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez. Ölçülülük ilkesi ise, sınırlayıcı önlemin öngörülen amaç için zorunlu ve amaca ulaşmaya elverişli olmasını ayrıca amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir (Bkz. AİHM, Handyside v. Birleşik Krallık, B.No: 5493/72, 07.12.1976; AİHM, Sunday Times v. Birleşik Krallık, B.No: 6538/74, 26.05.1979; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/02/2016; Danıştay 10. D., E. 2017/1141, K. 2018/1737, 14/05/2018)

Dava konusu işlemi tesis ederken idarenin dayandığı diğer bir husus da “kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesi ve paylaşılması” yönündeki çekincesidir. Bu bağlamda  6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanununa (“KVKK”) atıf yapılarak söz konusu Kanunun, özel hayatın gizliliği ve bu gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlalini yaptırım altına aldığı beyan edilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki dava konusu genelgedeki talimat ile KVKK’nın özü taban tabana zıttır. KVKK”nın 28. maddesi “İstisnalar” başlığını taşımakla beraber Kanunun uygulanmayacağı durumları ve halleri düzenlemektedir. 28/1-(c) bendinde ise açık bir şekilde “kişisel verilerin ifade özgürlüğü kapsamında işlenmesi”nin Kanunun uygulanmayacağı istisna hallerden birisi olarak açıkça düzenlenmiştir. O halde ifade özgürlüğü kapsamına giren bir hal ile ilgili veri işleme faaliyetinin KVKK hükümleri işaret edilerek yasaklanması/engellenmesi, bizzat KVKK”nın 28. maddesi ile engellenmiştir. Nitekim söz konusu düzenleme Anayasanın 26. maddesi ile de uyumlu ve hatta onu tamamlayıcı niteliktedir. Anayasa yalnızca bu özgürlüğü tanımlamakla kalmaz aynı zamanda 28. madde ile devlete pozitif bir yükümlülük olarak toplumun haber almasına ve basının özgür olmasını sağlayacak yükümlülükleri de yerine getirme ödevi de yüklemektedir. 28/3 hükmünde açık bir şekilde devletin basın ve haber alma hürriyeti sağlayacak tedbirleri alması gerektiği yer almaktadır. O halde devletin, toplumun haber almasına ilişkin özgür ortamı sağlamakla Anayasa tarafından görevlendirilmiş olması karşısında KVKK’nın işaret edilerek (bahane gösterilerek) bu özgürlüğün bir genelge ile kısıtlanması gerek KVKK’ya gerekse Anayasaya açık bir şekilde aykırıdır. Nitekim Kişisel Verileri Koruma Kurulu önüne gelen bir uyuşmazlıkta toplumun haber alma hakkı ile özel hayatın gizliliğinin, kişisel verilerin işlenmesi suretiyle ihlal edilmesi arasındaki dengeyi şu şekilde açıklamıştır:

“…Kanunun 28 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine göre ise “Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini, ekonomik güvenliği, özel hayatın gizliliğini veya kişilik haklarını ihlal etmemek ya da suç teşkil etmemek kaydıyla, sanat, tarih, edebiyat veya bilimsel amaçlarla ya da ifade özgürlüğü kapsamında işlenmesi” halinde Kanun hükümlerinin uygulanmayacağının düzenlendiği, ifade özgürlüğünün bir yansıması olan basın özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya geldiğinde haberin;

                a) Kamu ilgi ve yararı taşıması,

                b) Gerçek ve güncel olması,

                c) Özü ile biçimi arasındaki denge

kriterleri kapsamında değerlendirilmesi suretiyle hangi hakka üstünlük tanınması gerektiğinin belirlenmesinin önem arz ettiği, bu kapsamda öncelikle kamu yararının tespitinde, haberin kişilerin gereksiz merak duygularına mı yoksa yüksek ahlaki ve hukuki değerlerin korunmasına mı hizmet ettiğinin değerlendirilmesinin uygun olacağı,  bu anlamda, toplumsal ilgi uyandıran, kamuoyu üzerinde düşünmeye ve tartışmaya sevk eden, belli bir sorunun aydınlanmasına ve buna çözüm yollarının gösterilmesine hizmet eden olayların açıklamasında kamu yararının bulunduğu, örneğin, yasa dışı uygulamaların, rüşvet ve yolsuzlukların kamuoyuna iletilmesinde, eleştirilmesinde kamu yararı bulunduğu, öte yandan, kamu ilgi ve yararı kriteri kapsamında siyasetçiler ve kamu görevlilerine dair yapılan haberler bakımından basın özgürlüğüne yapılan sınırlamaların daha dar yorumlanmasının uygun olacağının değerlendirildiği, bu çerçevede, basın özgürlüğüne yapılan sınırlamanın daha dar yorumlanabilmesine olanak sağlayacak olan ilgili kişinin toplum tarafından tanınır, bilinir olma gibi siyasetçi, ünlü veyahut kamu görevlisi olma kriterlerinden birini taşıdığına dair herhangi bir bilgiye yapılan incelemelerde rastlanılmamış olmakla birlikte bahse konu olaya konu haberin kamu ilgi ve yararının yasa dışı uygulamalar, rüşvet ve yolsuzlukların kamuoyuna iletilmesi gibi değerlendirilebilecek olan insan kaçakçılığı suçunu işleyen failler hakkında olduğunun görüldüğü, bu kapsamda, haberin yayınlanması ile toplumun bilgilendirilmesi ve bu durumdan haberdar edilmesinin toplumsal bir faydaya yol açabileceğinin mümkün göründüğü, dolayısıyla, söz konusu haber her ne kadar toplum tarafından tanınır olmayan bir vatandaş hakkında olmuş olsa dahi bu haberin kamuya duyurulmasında kamunun ortak menfaatinin bulunduğu sonucuna varıldığı…” (Kişisel Verileri Koruma Kurulu Karar No:2020/414, Karar Tarihi: 22.05.2020)

Yukarıda işaret edilen kararda Kişisel Verileri Koruma Kurulu ilgili kişinin talebi hakkında sonuç olarak “…ilgili kişinin kendisine ilişkin verinin söz konusu habere konu edilerek yayımlanmasında hâlihazırda kamu yararı bulunduğu ve bu itibarla çatışan haklar bakımından ifade özgürlüğünün kişilik haklarına üstün geldiği sonucuna varıldığı ve söz konusu başvurunun Kanunun 28 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi çerçevesinde değerlendirilmesi nedeniyle ilgili kişinin şikâyeti ile ilgili olarak Kanun kapsamında yapılacak bir işlem bulunmadığına…” şeklinde karar vermiştir. Görüldüğü üzere Kurul da açık bir şekilde KVKK’nın 28/1-(c) hükmünü işaret ederek çatışan haklar açısından ifade özgürlüğüne ağırlık vermiştir.

Gelinen noktada yukarıda yer alan açıklamalar göstermektedir ki halkın haber alma hakkı ve özellikle de yasadışı uygulamaların kamuoyuna iletilmesi açısından toplumsal olaylara ilişkin görüntü ve ses kaydı alınmasında KVKK’ya bir aykırılık olmadığı gibi bilakis böyle bir veri işleme faaliyetinin yasaklanması özü itibariyle KVKK”nın 28. maddesi hükmü ve Anayasanın 26 ve 28. maddelerine aykırılık ihtiva etmektedir.

Tüm bu hususlar dava konusu işlem özelinde değerlendirildiğinde ise; kamuda masabaşı görev yapanların kamu adına görevlerini icra ettikleri kamuya ait odaların dahi son çare olarak görüntü ve ses kaydının alınmasının hukuka uygun olduğu durumda kapalı olmayan halka açık alanlarda kamu adına görev yapanların, yaptıkları idare hukukuna tabi iş ve işlemlerinin görüntüye alınması evleviyetle mümkündür. Kaldı ki bu durum sadece emniyet personeli için geçerli olmayıp hastanelerde, tapu müdürlüklerinde, okullarda kısacası vatandaşın idari iş, işlem ve eylemlere muhatap olduğu her alanda kendini göstermektedir. Ayrıca şiddet içersin veya içermesin maruz kalınan olayın görüntü ve ses kaydı almak suretiyle delillendirilmesi sadece vatandaşlarca tercih edilen bir yöntem olmamakta vatandaşlarla yoğun temas halinde olan sağlık çalışanı, doktor, hemşire veya öğretmen gibi kamu çalışanları tarafından da görüntü ve ses kaydına sıklıkla müracaat edilebilmektedir. DOLAYISIYLA SES VE GÖRÜNTÜ KAYDI, UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜNDE GEREK İDARİ YARGILAMADA GEREK ADLİ VE CEZA YARGILAMASINDA ADALETİN HIZLI VE ETKİN TESİSİ ADINA SON DERECE ÖNEMLİ OLUP, YARGI BİRİMLERİNCE DE AZAMİ DERECEDE ÖNEMSENEN, İTİBAR EDİLEN VE DEĞER VERİLEN HUKUKİ ARAÇLARDANDIR.

Diğer taraftan dava konusu işlemin tarafı olan emniyet personelinin gerek araçlarına yerleştirdikleri görüntü kaydedici cihazlarla gerek yakalarına veya kasklarına taktıkları kameralarla muhataplarının şahsını, araç içlerini, yakınlarını, hayat tarzını ve daha birçok özel kişisel alanını kayda aldığı aşikardır. Emniyet personelinin bizzat ses ve görüntü alması şöyle dursun hemen hemen her sokak ve caddeye yerleştirilen MOBESE kameralarıyla veya gerek kamu binalarına gerek özel binalara yerleştirilen kameralarla insanların sosyal hayatları  7/24 izlenmekte ve kaydedilmektedir. Şüphesiz bu uygulamadaki esas gaye kamu yararı ve kamu güvenliğidir. Ancak gelinen noktada şimdiye kadar herhangi bir temel hak ve özgürlük ihlaline konu edilmeyen bu uygulamaların vatandaşlarca tersinin yapılması, dava konusu işlem nezdinde kamu çalışanlarının veya orada bulunan vatandaşların özel hayatına ve kişisel verilerine müdahale olarak değerlendirilmektedir. Kamu çalışanının görüntü alması mümkün iken görüntüsü alınan tarafın kayıt almaya çalışması özel hayatın gizliliğinin ve kişisel verilerin korunmasının ihlali olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca dava konusu genelgede, söz konusu kayıt esnasında birtakım vatandaşların da özel hayatının gizliliğinin ve kişisel verilerinin ihlal edilebileceği kaygısı dile getirilmektedir. Ancak davalı idare gerek bizzat araçlarına, kasklarına veya personel yakalarına yerleştirilen kameralarla alınan görüntüler bakımından olsun gerek MOBESE”lerden veya işyeri kameralarından alınan görüntüler bakımından olsun aynı hassasiyeti kendi açısından göstermemektedir. Nitekim günümüzde her yerde kamera sistemleri mevcuttur ve kamusal alanda sürekli çekim yapılmaktadır. Davalı idare maalesef kendi personeli için duyduğu kaygıyı 7/24 kaydı alınan vatandaşlar için duymamaktadır. Oysa vatandaşın çektiği görüntü nedeniyle diğer vatandaşların hak ihlaline uğradığını düşünen ve onlar için endişe duyan davalı idareden, MOBESE kameralarının veya kamusal alan olan sokaklardaki işyeri kameralarının hayatımızdan çıkarılması adımını da atmasının beklenmesi haksız bir talep olmayacaktır.

Dolayısıyla görüntü ve ses kaydı almak suretiyle kendisi açısından delil toplama, şeffaflık, hukuka uygunluk veya kamu güvenliği savunmasına başvuran davalı idareden aynı yaklaşımı, vatandaş açısından gerek hakkını savunmak gerek haber almak ve vermek gerekse de kendi veya toplum adına delil toplamak için de göstermesinin beklenmesi demokratik ve hukuk devletinin en tabi gereğidir. Başka bir anlatımla; Anayasanın 2. maddesinde tanımlanan hukuk devleti ilkesi ile 125. maddesindeki idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması ilkeleri (idarenin hukukiliği ilkesi) gereği idareyi hukuk çerçevesinde hareket etmeye zorlama gayesiyle hareket edenlere karşı da aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda eşitlik ilkesi ve savunmada silahların eşitliği temel ilkelerinin de doğal sonucudur. Nasıl ki huzurdaki dava konusu işleme karşı menfaati ihlal olan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının dava açma ehliyetinin olduğu yerleşik hale gelmiş bir içtihat ise aynı şekilde kamusal alanda bir emniyet personelinin yaptığı her eylemin de vatandaşlarca takip edilmesi, eleştirilmesi, sorgulanması, araştırılması ve denetlenmesi  hukuk devleti ilkesinin temel gereğidir.

İşlemin ikinci sebebi ise yukarıda da bahsettiğimiz üzere özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması ihlallerinin, bazen, emniyet personelinin görevini yapmasını engelleyecek boyuta ulaşmasıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki burada ihlal olarak gösterilen husus başka bir temel hak ve hürriyetin kullanımına ilişkindir. Diğer bir deyişle haber alma ve verme hürriyetinin kullanımı esnasında başka bir temel hak olan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği, bu şekilde de polisin görevini yapmasına engel olacak boyutlara gelindiği  iddia edilmektedir. Bu durumda haber alma hakkının kullanımı esnasında polisin özel hayatına müdahale edilmediği ortaya konulursa polisin görevini yapmasının engellendiği sonucu da doğal olarak ortadan kalkacaktır. Yukarıda detaylıca açıkladığımız üzere emniyet personelinin kamuya açık bir alanda faaliyetini icra etmesi (velev ki kendine tahsis edilen odasında olsa dahi) yargı içtihatları çerçevesinde özel hayat kapsamında değerlendirilmediğinden, ses ve görüntüsünün alınması özel hayatının gizliliğinin ihlali olarak görülemeyecektir. Dolayısıyla ses ve görüntü almak suretiyle herhangi bir temel hakkın ihlalinden bahsedilemeyeceği için polisin görevini ifa etmesinde bu şarta bağlanan engellemeler de engelleme olarak nitelendirilemeyecektir. Sonuç olarak işleme esas alınan ikinci sebep de hukuka uygun değildir.

Tüm bu çerçevede emniyet personelinin görevini ifa ederken ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin veya durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartlar oluştuğunda adli işlem yapmaları yönündeki irade (talimat), yukarıda detaylıca açıklanan nedenlerle temel hak ve özgürlüklere müdahale sonucunu doğuracağından ve bu haliyle başta Anayasa olmak üzere uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlere aykırılık teşkil ettiğinden, dava konusu işlem konu yönünden de hukuka aykırıdır ve iptali gerekir. 

Yürütmenin durdurulması talebimiz yönünden ise; 2577 sayılı Kanunun 27. maddesinin 2. fıkrasında “Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir.” hükmüne yer verilmiş; 5. fıkrasında da “Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16″ncı maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir.” denilmiştir. Dava konusu işlem şu an yürürlüktedir. Hali hazırda tüm ülke çapında uygulanan bir işlemdir ve muhataplarının doğrudan temel hak ve özgürlüklerine müdahale zeminine sahiptir. Kaldı ki dava konusu işlem emniyet personeline adli işlem yapma imkanı da tanıdığından, yeni bir toplumsal kaosa sebebiyet verebilecektir. Nitekim sosyal medyada bu genelgeye karşı çeşitli kampanyaların düzenlendiği ve “sonucu ne olursa olsun görüntü kaydı almaya devam” gibi sloganların üretildiği görülmektedir. Dolayısıyla İçişleri Bakanı”nın da çeşitli platformlarda dediği gibi bu konuda karar merci yargıdır. Hükumetin de insan hakları alanında çeşitli reform ve açılımlar yaptığı bu günlerde böylesi bir genelgeden rahatsızlık duyacağını tahmin etmek zor değildir. Herhangi bir toplumsal karmaşanın, uygulama hatalarının, hak kayıplarının, mağduriyetlerin ve keyfiliğin önüne geçilebilmesi için acil yargı kararına ihtiyaç duyulduğu da göz önüne alındığında, idarenin savunması alınmadan karar verilmesi toplumsal bir gereksinimdir.

SONUÇ VE İSTEM:  Yukarıda ayrıntılı olarak arz ve izah edilen ve Mahkemenizce re’sen dikkate alınacak nedenlerle;

Dava konusu işlemin öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA,

Davanın esastan KABULÜNE,

Dava konusu işlemin İPTALİNE,

Yargılama giderlerinin ve avukatlık ücretinin davalı tarafa yükletilmesine,

karar verilmesini bilvekale arz ve talep ederiz. 04/05/2021            

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir