İdari Yargı Kararlarının Yerine Getirilmemesi Halinde Açılacak Davanın Niteliği
Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerince
verilen kararlara göre işlem tesis edilmemesi veya herhangi bir eylemde
bulunulmaması sıklıkla karşılaşılan durumlardandır. Davalı idareler konusu
parasal olan davalarda genellikle ödenek ve bütçe yetersizlikleri gibi
sebeplerle, işlem iptali gibi durumlarda da çoğunlukla personel yetersizliği
veya bilgi ve tecrübesizliği ya da siyasi birtakım saiklerle kararların
gereklerini ya yerine getirmemekte ya da mümkün olduğu kadar sürüncemede
tutarak ertelemektedir. Bu yaklaşım dava yoluna başvurarak hakkını aramak
isteyenleri başka bir hukuksuzlukla karşı karşıya bırakmak suretiyle yeni bir
hak arayışına itmektedir.
Anayasanın 36. maddesine göre “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” 125. maddesinde
ise “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”
denilmiştir. 138. maddesinin son fıkrasında ise “Yasama ve yürütme organları
ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare,
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez.” kuralı vardır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin 1. fıkrasında “Danıştay,
bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin
işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir
şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” hükmüne
yer verilmiş, 3. fıkrasında da “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve
vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan
hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi
tazminat davası açılabilir.” kuralı getirilmiştir. Kararı yerine getirmeyen
kamu görevlileri hakkında ise 4. fıkrada “Mahkeme kararlarının süresi içinde
kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili
idare aleyhine açılabilir.” ibaresi bulunmaktadır.
Bu
hükümlere göre; İdari davalarda verilen kararların gereklerini idare 30 gün
içinde gecikmeksizin yerine getirmek mecburiyetindedir. Bu süre emredici bir
süre olup, idarelere yükümlülük ve mesuliyet getirmektedir. Ancak yukarıda da
dediğimiz gibi idareler zaman zaman gereklerin yerine getirilmesinden
kaçınabilmektedir. Bu gibi durumlarda yasa koyucu hakkın yerine getirilmesi
bakımından birtakım kurallar ihdas etmiş ve idareyi baskılayacak argümanlar
öngörmüştür.
Peki
idareler mahkeme kararını 30 güm içinde yerine getirmez ise ne gibi usuller
izlenebilecektir ve bu durumlarda işleyecek süreler ne kadardır?
Öncelikle
şunu belirtmek gerekir ki idari yargı kararını 30 gün içinde yerine getirmeyen
idare aleyhine 2577 sayılı Kanunun yukarıda yer verdiğimiz kuralı gereği maddi
ve manevi tazminat davası açılabilir. Ancak yukarıdaki Kanun maddesinde
açılacak olan bu davanın ne kadar sürede ve nerede açılması gerektiği
belirtilmemiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu içtihadına göre Borçlar
Kanunundaki genel zamanaşımı süresi olan 10 yıl içinde bu dava açılabilir.
Diğer bir deyişle herhangi bir hak düşürücü sürenin öngörülmediği bu durumlarda
10 yıllık genel zamanaşımı süresinin dikkate alınması gerekecektir.
Bir
başka tartışılan husus ise açılacak olan bu davanın niteliği noktasındadır.
Kimi idare hukukçularına göre bu dava bir tam yargı davası iken kimi hukukçular
ise bunun tazminat davası olduğunu düşünmektedir. Şayet tam yargı davası olarak
kabul edilirse 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi gereği idareye başvuru yapılması
gerektiğinden, dava öncesi idareye başvuru zorunlu olarak izlenmesi gereken bir
yol olacaktır. Ancak tazminat davası olarak kabul edilmesi halinde idarenin
yargı kararını yerine getirmemesi bir işlem olarak görülecek ve bu işlem
üzerine doğrudan dava açılabilecektir.
Anayasa
Mahkemesinin en son güncel tarihli olarak verdiği 16/12/2020 tarih ve
2017/26740 başvuru numaralı kararında; başvurucuların 4 yıl
geçmesine rağmen uygulanmayan yargı kararının icra edilmediği gerekçesiyle
tazminat talepli açtıkları davaların süresinde açılmadığı gerekçesiyle
reddedilmesini adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının
ihlali olarak değerlendirmiştir. Yüksek mahkemenin incelediği bu olayda,
İdare mahkemesinin süre yönünden ret kararının gerekçesi, tam yargı davasındaki
ön koşul olan idareye başvuru şartının yerine getirilmemesi ve 60 günlük dava
açma süresinin kaçırılması yönündedir. Oysa Anayasa Mahkemesi, 2577 sayılı
Kanunun 28. maddesinde yargı kararının yerine getirilmesi bakımından idareye ön
başvuru şartının getirilmediği ve dolayısıyla Kanunda olmayan bir yolun zorunlu
tutulması suretiyle başvurucuya böyle bir yükümlülüğün dayatılamayacağı, idari
yargı kararının icaplarının yerine getirilmemesi üzerine 10 yıl içinde doğrudan
tam yargı davasının açılabileceğini hükme bağlamıştır. Ayrıca AYM idari yargı
kararının icra edilmemesi nedeniyle açılacak olan maddi ve manevi tazminat
istemli bu davanın ismini de yine tam yargı davası olarak belirtmiştir.
Bizim
de kanaatimiz Anayasa Mahkemesinin kararı yönündedir. İdari yargı kararının
icaplarını yerine getirmeyen idareye karşı ilgililerin, 10 yıl içinde doğrudan
dava açmaları mümkündür. Ancak yüksek mahkemenin bu dava türüne dair “tam yargı
davası” nitelemesine katılmıyoruz. Bize göre bu dava türü idari yargıya mahsus
tazminat davasıdır. Tam yargı davası nitelemesi yukarıdaki olayda da görüldüğü
üzere kavram ve uygulama karmaşasına sebebiyet vermektedir. O nedenle bu dava
türünde mümkün olduğu kadar tam yargı ifadesinin kullanılmaması gerektiğini
düşünüyoruz. Bunun, nevi şahsına münhasır idari yargıdaki tazminat türündeki
bir dava olarak değerlendirmesi gerekmektedir.